Avrupa’nın düşünce yapısını gelecek odaklı olmaya yönlendirecek çalışmalar Bu sürecin en önemli özellikleri,
Avrupa’da birçok hükümet son seçimlerde önemli kayıplarla karşılaştı. Bu durum ilgili hükümetlerin başarısı veya başarısızlığından çok Avrupa vatandaşlarının bakış açılısıyla ilgili.
Önümüzdeki dönemde Avrupa’da şu anda iktidarda olan tüm hükümetlerin değişmesi hiç de sürpriz olmamalı.
Avrupalıların bakış açısı değişmedikçe, bir sonraki hükümetlerin de hızla değişmesi kaçınılmaz olacak.
Çünkü, Avrupalıların karşılanamaz beklentileri var. Bu beklentilerin karşılanamamasından dolayı kendilerine bakmak ve değiştirmek yerine, sorunu hep başkalarında görme eğilimleri seçim dönemlerinde kim iktidarda ise ona yöneliyor.
İnsanlar, kurumlar ve toplumlar yaşlandıkça ve zenginleştikçe daha konservatif oluyor ve ilerlemek yerine ellerindekini koruma güdüsü ön plana çıkıyor. Avrupa’nın da zengin olması, demografik olarak yaşlanıyor olması onları korumacılığa yönlendiriyor: Çalışma saatlerinin sınırlandırılmasını korumaya, milli şirketlerini korumaya, göçten korunmaya, sosyal devleti aşırı boyutlarıyla korumaya, global kuruluşlarda tarihi nedenlerle elde edilmiş ancak mevcut dünya dengelerini yansıtmaktan uzak olan hakları korumaya (UN gibi).
Oysa, mevcudu korumaya yönelenler beraberliğe oynayan takımlara benzer. Alabilecekleri en iyi sonuç beraberlik olur, muhtemelen de yenilirler. İlerlemeden, gol atmadan kazanmak olmuyor.
Gelecek ile ilgili hülyası olmayan toplumların gelişmesi de güç olur. Hülyanın, mevcudu korumaya değil, gelişmeye odaklı olması onun heyecan yaratmasını ve gerçekleştirilebilmesini sağlayan önemli unsurlardan biridir.
Son 40 senedir ortaya koyduğu değerler ile AB birçok ülke için cazibe merkezi oldu. Nedir AB’yi bugünkü başarısına taşıyan değerler?: (i) insana ve insan haklarına saygı, (ii) katılımcı bir demokrasi anlayışı, (iii) fikir özgürlüğü (basın özgürlüğü), (iv) girişim özgürlüğü, liberal ve rekabetçi bir ekonomi anlayışı, (v) kanun ve kurallara saygı ve uyum, (vi) farklılıkların bir arada yaşamasının güç oluşturduğu anlayışı ve (vii) inanç özgürlüğü.
Bu değerler, bu güne kadar AB’nin hem ekonomik olarak gelişmesine hem de yüzyıllardır savaşlarla yaşamak zorunda kalan bir toplumun barış kültürüne ulaşmasını sağladı. Bir başka ifade ile bu değerler, AB’nin çıkarlarıyla da uyumluydu. Değerlerin gerçek testi çıkarlarla çatıştığı durumlarda onlara ne kadar bağlı kalındığı ile belli olur.
Bugün yaşlanmakta olan ve göreceli rekabet gücünü kaybetmeye başlayan AB’nin birçok açıdan bu değerlerle çelişkilere düştüğü ve dar görüşlü bir korumacılık anlayışına yönelmekte olduğu gözlemleniyor. Genişlemeyi sınırlama, şirket alım-satımlarına milli çıkarlar savıyla karşı çıkma, bazı özgürlükleri sınırlama gibi adımların sıklaşması bu durumu gözler önüne seriyor.
Oysa, AB içine kapanık, korumacı bir anlayış yerine dünyayı daha iyiye götürmeye çalışan vizyoner bir yaklaşımı benimserse, hem kendi sorunlarını aşmada, hem de değerleriyle takip edilecek bir örnek oluşturarak dünyanın birlikte gelişme ve barış kültürüne geçmesine liderlik yapabilir.
AB kendi içinde refah düzeyini ve güç dengelerini korumaya yönelirse, öncelikle geleceğin dünyasındaki önemini ve karşılaştırmalı refah düzeyini kaybedeceğini iyi anlamalı. Dünyanın en başarılı kalecisine sahip futbol takımı bile golcüleri olmaksızın, galip gelemez. Korumaya dönük bir yaklaşım, aslında gerilemenin başlangıcını temsil eder.
Nitekim, yaşlanan nüfusuna sosyal devlet geleneği içinde yaşam seviyesini korumayı üstlenen bir Avrupa için tehlike çanları çalıyor demektir. Bu konuda geliştirilen senaryolar, AB’nin çalışma saatlerindeki kısıtlamalar, işe alma ve işten çıkarma konusundaki katı politikalar ve çok yüksek sosyal güvence vermenin maliyetleri nedeniyle dünya ekonomisindeki payının düşeceğini gösteriyor.
AB’nin kültürel çeşitliliğe önem veren politikalarına rağmen, gerek AB ülkeleri arasında nüfus hareketlerinin çok sınırlı olması toplumsal korumacılık güdülerinin bir göstergesi olarak algılanabilir. Benzer şekilde Almanya’nın bilgi teknolojileri konusunda nitelikli yabancıları cezbetme politikasının da yeterince başarılı olmamasının ardında kültürel korumacılık anlayışı yatıyor olabilir mi? AB’nin yaratıcılık alanındaki açığını kapatmasının yollarından birisi de farklı kültürlerden, farklı deneyimlerden gelen kişilerin bir arada yaşamasını sağlamaktan geçiyor. Bir arada yaşamayı, bir birine tahammül eden ve yan yana fakat ayrı yaşamak olarak algılanmamalı. Birlikte yaşamak, birlikte çalışmak, birlikte eğlenmek, bir birinden öğrenerek değişmeye eğilimli olmak, farklılıkların zenginliğinden ve yaratıcı dürtüsünden keyif almak demektir.
AB’nin yeni teknolojilerin risklerinden kendilerini koruma güdüleri, acaba AB’nin teknolojik ve ekonomik gelişimini etkiler mi? Örneğin, genetik olarak değiştirilen yiyecekleri reddetmek, veya gen bilimini gelecek nesilleri şekillendirmek için kullanmaktan çekinmek anlaşılır bir yaklaşım olmakla birlikte, acaba bu konuda daha liberal olan uzak doğu toplumlarına göre Avrupa’nın geride kalması sonucunu getirir mi?
AB’nin karar mekanizmalarının yavaşlığı ve sonuç odaklı olmak yerine girdi odaklı olması AB’nin değişen dünya şartlarına uyum kapasitesini nasıl etkileyecek? Ekonomi oyuncularını nasıl etkileyecek? Dünya yatırım kaynakları AB’ye eskisi kadar akacak mı? Hızlı hareket etme kabiliyetinden yoksun olmak, birçok konuda küçük devletlerin veto hakkı olması değişim yeteneği yerine mevcudun korunduğu bir yaklaşım mı hakim kılacak? Bunlar AB’nin geleceği için cevaplanması gereken sorulardan bazıları.
Oysa, mevcudu korumaya değil de, geleceği şekillendirmeye odaklanan bir AB, hem politikalarında, hem de uygulamalarında önemli reformları gerçekleştirebilir. Üstelik dünyaya örnek olmaya odaklanan bir AB için Türkiye’nin de önemli bir değeri olacaktır. Türkiye gibi derin bir kültür, devlet geleneği ve dünya liderliği deneyimini bağrında bulunduran bir üyenin varlığı AB’nin dünyanın barış içinde birlikte gelişme kültürüne ulaşmasına önemli katkıda bulunabilecektir.
Ayrıca, Türkiye gibi demografik yapısı AB’yi tamamlayıcı nitelikte olan; girişimciliği ve ekonomik büyüme hızıyla Avrupa’ya ‘viagra’ etkisi yapabilecek bir ekonomiye sahip; AB’nin enerji kaynaklarını çeşitlendirmesine önemli katkıda bulunabilecek; Kafkaslar, Orta-Doğu, Balkanlar ve Türki Cumhuriyetlerle ilgili konularda AB’ye güç katabilecek bir ülkenin AB üyeliği AB’nin daha vizyoner bir yaklaşıma yönelmesine de destek olacaktır.
Özetle, Türkiye’nin AB üyeliği aslında Avrupa’nın gelecek ile ilgili bir hülyası olup olmamasına bağlıdır. AB içine kapanmak yerine dünyaya örnek olmayı hedeflerse, Türkiye’nin üyeliğine kucak açacaktır. Aksi takdirde, göreceli olarak kaybeden, bundan dolayı mutsuz olan ve demokratik olarak seçilen hükümetleri sürekli olarak değiştirme eğiliminde olan bir Avrupa ile karşı karşıya kalacağız. Bu nedenle, Avrupa’nın düşünce yapısını gelecek odaklı olmaya yönlendirecek çalışmalara öncülük yapmak, Türkiye’nin Avrupa’ya yapabileceği en önemli katkı olur.
Anahtar Kelimeler: